İsrail, gece itibarıyla Lübnan sınırında kara harekatına başladı. Süreci yakından izlediğinizden eminim. Bu akışı güncel olarak burada aktarmam imkansız. Ama geleceğe dair kafa yormaya engel değil.

Dün Amerikan yönetiminden gelen “harekatın kısıtlı olacağı” yönündeki açıklamanın yeterince anlaşıldığını düşünmüyorum. Öncelikle bu açıklama harekatın oluşturduğu tehdidi azaltmıyor. İkincisi, “kısıtlı” tanımı, aynı zamanda saldırıların Hizbullah hedeflerine yönelik olacağının altını çiziyor. Üçüncü olarak da belli bir “süre”ye işaret ediyor.

Ancak bu mesajın, anlam haritasında başka kodlar da var. Bunlar, bölgenin peş peşe yaşadığı siyasi ve askeri depremlerin, nasıl bir değişim aradığını da gösteriyor.

Tekrar ifade edelim, kısıtlı harekat öncelikle hedefi tanımlıyor. Ama aynı zamanda kenara çekilmesi gerekenleri de işaret/tehdit ediyor. Bunun ilk muhatabı, Lübnan’daki diğer güçler ve aktörler. Onlara, “Bizim sizinle bir kavgamız yok, Hizbullah’ın tehdit olmaktan çıkarılmasını istiyoruz. Siz bu işe karışmayın” deniliyor.

BÜYÜK MESAJ İRAN’A

Amerikan mesajının, Lübnan ölçeği dışındaki birinci muhatabı kuşkusuz İran.

Son hadiseler üzerinden İran-Hizbullah ilişkisinin mevcut boyutlarına dair pek çok değerlendirme çıktı ortaya. Değerlendirme derken açıkçası nezaket gösteriyorum. Önemli bir bölümünün meselenin tarihiyle, mevcut gerçeklerle ve muhtemel gelecekle yakından uzaktan ilgisi yok.

İran açısından Hasan Nasrallah ve yönetim kadrosunun kaybı, coğrafyadaki herhangi bir gelişmeyle karşılaştırılamaz. Ağır ve İran’ı beklenmedik kararlar almaya zorlayacak düzeyde son iki haftada yaşananlar.

Olup biteni değerlendirirken önemli bir noktaya daha dikkat çekmek gerekiyor. Hizbullah’a baktığınızda şunu görebilirsiniz. Askeri gücünün nerede başladığı, nerede sivilleştiğini ayırmak neredeyse imkansızdır. Toplumla kurduğu bağın, belki de ilk defa doğrudan hedef alındığı saldırı, çağrı ve telsiz cihazlarına yönelik operasyondu. İsrail’in şu an tüm saldırıları, tam da bu nedenle asker-sivil ayırmaksızın devam ediyor. Benzer bir örnek aylardır Gazze’de yaşanıyor.

PEZEŞKİYAN NEDEN RAHATSIZ?

İran’da yeni bir cumhurbaşkanı var. Belli ki ülkesinin Ortadoğu’nun dört bir yanında kendisine yakın ve bağlı olarak şekillendirdiği örgüt ve yapıların maliyetinden huzursuz. Bu maliyetin ülke içindeki karşılığı ekonomik anlamda bu süreçlere ayrılan kaynaklar. Ancak daha büyük ölçekteki tepki, giderek İran’ın varlığına yönelik ortaya çıkardığı tehditler.

Cumhurbaşkanı Mesut Pezaşkiyan bu dengeleri yönetecek mi, yoksa yeniden kuracak kadar güçlü olacak mı? Bunların cevabı, sistemin asıl büyük aktörü olan Hamaney ve onun etrafında şekillenen siyasi, ekonomik ve toplumsal örgütlenmenin tavrının ne olacağında.

İran’ın Suriye, Yemen ve kısmen birkaç ülkede daha oluşturduğu vekil yapılanmaların hiçbiri, Lübnan’la kıyaslanamaz. Sadece Irak’taki etkinliğinin mezhep temelinde yükseldiği güç dengesi ve Süleymaniye’de KYB ve Talabani ile kurduğu ilişkinin Kerkük’e kadar sirayet eden yapısı ciddi bir güç olarak tanımlanabilir.

SURİYE NE YAPACAK?

Dilerseniz şu tezi ileri sürerek tabloyu anlamamızı kolaylaştırabiliriz. Olup biten sadece İsrail’in değil, büyük ölçekte bir Amerikan planının adım adım ilerlemesi. Biden tarafından gelen “kısıtlı operasyon” mesajını bu denli önemli bulmanın bir nedeni de bu.

Gelelim mesajın üçüncü muhatabına. Gayet açık biçimde Beşar Esad yönetimi. Şam’ın kendi halkını katletmek dahil defalarca ispat ettiği gerçek; yeri ve zamanı geldiğinde yeni ittifaklara yelken açabilmek. Buna dair de ufukta bazı gelişmeler olduğunu düşünüyorum.

KÜRESEL GÜNEY NEREDE?

Sadece ABD’den gelen sinyallerin değil, son bir ayda yaşanan hadiselerin, bölgede tetikleyeceği gelişmeler ve muhtemel ittifaklar, tüm boyutlarıyla Türkiye’yi de doğrudan ilgilendiriyor. İsrail katliam ve yıkımlarla bölgeyi alt-üst eden kapıları açmaktan bir an bile çekinmiyor.

Bu katliam karşısında cılız sesler çıkarmaktan başka bir şey yapmayan Rusya, Amerikan füzelerini bağrına basmaya koşturan Almanya, “sivilleri koruyalım” gibi ucuz manevralar peşinde olan Fransa, teknoloji, ticaret ve benzeri alanlarda “hormonlu bir ABD” olmaktan başka bir hevesi olmayan Çin.

Bizdeki kimi çevrelerin, Çin ve Rusya’nın liderliğinde yükselen “küresel güney”e atfettikleri anlam ve beklentilerin İsrail karşısındaki hali de bu.