AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Siyasi Hukuk İşler Başkanı Sayın Hayati Yazıcı, Habertürk TV’de “Biz merkezde olan bir partiyiz. Ama merkezde tanımlanan partiler genelde kimlikleri zayıf olan partiler olarak algılanır, biz tam tersine, hem merkezdeyiz, hem de kimliği olan bir partiyiz. Bizim kimliğimiz var, muhafazakar ve demokrat bir partiyiz” dedi.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Siyasi Hukuk İşler Başkanı Sayın Hayati Yazıcı, Ciner Medya Grubu Ankara Temsilcisi Fevzi Çakır’ın sorularını yanıtladı.
Aslında sizi ağırlamamızın önemli bir nedeni, elbette AK Parti’nin kuruluş yıl dönümü vesilesiyle buradasınız ama, kuruluşundan beri AK Parti MYK’sında, MKYK’sında yer alan tek kişisiniz, öyle mi?
Bir kısmı doğru değil, yani MYK’sında değil ama, MKYK’sında kuruluşundan bu yana yer alan kişiyim. Yani bakanlık dönemlerinde MYK olmadım, bir de ilk MYK’da da yoktum, o zamanlarda da çok değerli Genel Başkanımızın hukuk müşavirliği ve avukatlığını, yani hukuk hizmetlerini de yürütüyordum bir taraftan, dolayısıyla o günden bu yana AK Parti’nin kuruluşundan itibaren arkadaşlarımızla birlikte iktidar yürüyüşümüzü, millete hizmet yürüyüşümüzü devam ettiriyoruz.
23 yıl oldu, ama sizin Sayın Cumhurbaşkanıyla yolculuğunuz daha uzun. Dilerseniz o günden bugüne şöyle bir 23 yıllık değerlendirme alalım, AK Parti’nin dünü, bugünü ve yarını.
Evet, ama uzun bir hikaye. Tabi ben Genel Başkanımızla, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la aşağı yukarı 70’li yıllardan bu yana tanırım, aramızda 1,5 yaş fark var, o benden daha küçük, tanışıyoruz, hem aynı platformlarda bulunmamız sebebiyle, hem de hemşehri olmamız sebebiyle tanışıklığımız var. Siyasi beraberliğimiz 94 seçimleri öncesinde başladı, yani ondan önce ben farklı yerlerdeydim, bir süre kamu görevi yaptım, işte avukatlık yapıyordum ve 94 seçimleri öncesi bir grup arkadaşlarımızla birlikte Refah Partisi’ne katıldık ve meşhur 94 seçimlerinde de Türkiye siyasetinde önemli bir dönüm noktası İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimiyle Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini milletin takdir ve yetkisiyle üstlenmesiyle yeni bir evreye girdi. O günden bu yana yürüyüşümüz devam ediyor değişik yerlerde, değişik platformlarda, parti faaliyetlerinde vesaire. Ve nihayet işte 2000’li yıllara geldik, özellikle 6 Aralık 1997 yılında Siirt’te bir konuşması vardı, biliyorsunuz o meşhur konuşma…
Siyasi yasaklı hala geldiği konuşma.
Hatta bir gün öncesi beraberdik gene İstanbul’da Florya’da bir toplantıda, o toplantıyı düzenleyen arkadaşımız geldi Tayyip Beyden o konuşmada flama ihtiyaçları olduğunu, görsel enstrümanlara ihtiyaç duyduklarını ifade etti, böyle bir şey. Beni de o toplantıya çağırdı Tayyip Bey, ertesi gün benim duruşmam olduğu için katılamadım, ben de katılacaktım. Ve konuşma yapılır yapılmaz işte bir hareketlilik başladı, hemen konuşma bandını temin ettik değerlendirdik falan, konuşmada bir suç yok. Neye göre suç yok? Objektif bakışlara göre, mevcut pratik durumlara göre uygulamayı da dikkate aldığınızda suç olarak isnat edilebilecek, dolayısıyla bir soruşturma, kovuşturma konusu olabilecek herhangi bir durum yok. Öyle bir süreç başladı…
Sizin de bir hukukçu olarak kanaatiniz buydu.
Evet. Şöyle bir bakış var: Bu önemli bir figür, siyasete, siyasetçiye olan güven tamamen dibe vurmuş, işte bu milletin önüne geçecek, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndaki uygulama ve ortaya koyduğu başarıları da dikkate alınmak suretiyle milletin önüne geçecek bir öncü olabileceği kanaati toplum mühendislerine, siyaset mühendislerine ve bu konuda birbirleriyle entegre olmuş değişik unsurların gözlem ve değerlendirmesinde bu bir araca dönüştürüldü bu konuşma. Dolayısıyla Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemeleri var, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinde hemen soruşturma başladı. Oradan da habire haber geliyor, çünkü İstanbul’a talimat yazıyorlar, talimatla ifadesi alınacak, gidecek, yani bir an önce gelsin ki bunda bir şey yok, yani dosyayı işlemden kaldıralım şeklinde falan. İşte biz talimatla ifadesini Beşiktaş’ta o zaman Devlet Güvenlik Mahkemesi orada ifadesi verildi, ifadeyi aldık, götürdük.
O arada ne olur ne olmaz, hani yoğurdu üfleyerek yiyoruz ya, o kesimin buna bir proje olarak bakışını tespit ve keşfettikten sonra Türkiye’de çok saygın hukuk bilim adamlarından merhum Sulhi Dönmezer gibi, böyle 3-5 tane hocadan, Uğur Alacakaptan, Doğan Soyaslan, işte Bahriye Öztürk, Mehmet Emin Artuk’a varıncaya kadar konuşmanın ceza hukuku mevzuatı açısından irdelenmesini, suç teşkil edip-etmediğine ilişkin bilimsel mütalaalar temin edildi, sağlandı, bunları da dosyaya koyduk, yani savcının suç olmayan bir dosyada takipsizlik kararı vermek … yapacağı bir iş yok diye düşünürken birden dava açıldığını duyduk. Dava gerçekten tahmin ettiğimiz gibi bir proje, adım adım ilerliyor ve tempo hızlandı, hemen 31 Mart 98’e gün verildi vesaire falan. Biz o zaman dedik ki, ya biraz da gözlem önemlidir, yani yarılamayı yapan görevlilerin yargılamanın konusu özneyi bizzat görmeleri, müsaade etmeleri de suçu kişinin kalıbına, duruşuna, uydurmak bakımından değerlendirmede etken olur düşüncesiyle biz Tayyip Beyin talimatla ifadesini aldırmak yerine, bizzat merkeze giderek orada ifade vermesini arzu ettik ve Diyarbakır’a gittik. Diyarbakır’da o zamanki bir mahkeme başkanı ya geldiniz mi dedi, sabahleyin ben kendisine uğradım, evet, geldik, buradayız, hazırız dedik. İşte ifadesi alındı, sorgulaması, 31 Mart’tan 21 Nisan’a gün verildi, bakın ne kadar kısa. Bütün bunlar işte bir an önce bitsin, çünkü…
İvedi bir yargılama var.
Bir şey var ortada, böyle bir süreç. Ve 21’inde gitti, 21’inde savcı suçu yok, beraat kararı verilmesi gerekir diye uzun bir mütalaa yazdı. Ben mütalaayı yazarken tabi çok kuşkulandım ve kaygılandım, yani bu suç teşkil etmeyen bir dosyayla alakalı savcının bu kadar uzun, detaylı mütalaa vermesinin heyetin farklı görüşe sahip olduğu, onları ikna etmeye matuf böyle uzun, detaylı bir mütalaa gereği duyduğunu hissettim. Nitekim yanılmamışım, sonuçta bir ara verildi ve içeri girdik, işte 1 yıl hapis cezası, işte o zamanki hafifletici duruşmadaki hal ve tavrı dolayısıyla hafifletici madde uygulandı 6’da 1, nihayet 10 ay, ama adli sicil, sabıka kaydı yok, sicilinde olumsuz herhangi bir şey yok, başka bir isnat edilecek eylem de yok, erteleme talebinin reddiyle 10 ay hapis cezasına hükmedildi…
Siyasi bir karar ortaya çıktı.
Siyasi bir karar.
Ne oldu Cumhurbaşkanının tepkisi o dönem, nasıl haber aldı?
Hemen oradan biz telefonla o bildirimi sağladık. Ama ara verildiğinde bir avukat arkadaşımız, ya tamam bu iş bitti falan diye savcının mütalaasına dayanarak verdi, ben ona biraz gönül koydum, biraz da sitem ettim, ya hele bir dur, bir bakalım. Belki benim biraz daha tecrübem fazla, hakimlik de yapmışım bir süre, belki bu tecrübe birikiminden kaynaklanıyor. Nitekim … mahkumiyet oldu, bunu bildirdik. Son derece metanetle geldik ve hep biz bunu aşacağımız inancı taşıdık. Çünkü tarih boyunca haksızlığa uğrayanlar olmuştur, haksızlık yapılmıştır, hiçbir zaman haksızlık kalıcı olmamıştır, yani hak üstündür, hak galip gelecek, eninde sonunda bunu aşacağız. İşte manşetler hep bilenen manşetler, artık siyasi hayatı bitti, muhtar bile olamaz derken oradan önemli bir siyasi figür doğdu ve onun liderliğinde 14 Ağustos 2001’de AK Parti’yi hukuksal olarak var ettik ve o günden bu yana 22 yıldır Türkiye’yi yöneten kişi muhtar bile olamaz diye tanımlanan o günün manşetlerinde, gazetelerinde ve siyasi toplantılarda konuşmacıların ifade ettiklerinin tersine 22 yıldan bu yana işte uzun bir süre Başbakanlık ve ilk defa halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye’yi yöneten lider konumunda. İşte bunun liderliğini yaptığı parti de işte AK Parti, onun da kuruluşunun 23. yıl dönümünü inşallah yarın kutlayacağız.
Şimdiden hayırlı olsun. AK Parti’ye gelecek olursak, siz de şimdi Siyasi Hukuk İşler Başkanı olarak aslında AK Parti’nin temel politikalarını belirleyen kurmay isimlerden bir tanesisiniz. AK Parti ilk kurulduğu dönemlerde merkezde yer alan bir parti oldu ve merkezde olma iddiasını bugüne kadar sürdürdü, ama zaman zaman çeşitli eleştiriler var. Bu eleştirilere katılır mısınız? AK Parti halen merkez parti konumunu sürdürüyor mu?
Kimi söylemler itibarıyla bu konuda yapılan farklı değerlendirmeler kısmen doğru olabilir, yani göreceli olarak doğru olabilir, ama AK Parti Türkiye siyasi yelpazesinde milletin durduğu yerde konumlanan bir partidir. Millet merkezdedir, AK Parti oradadır, dolayısıyla siyasetinin temelinde millet olan bir partiyiz biz. Dolayısıyla merkezde yer alan bir partiyiz, yani Türkiye söz konusu olduğunda 85 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hedef kitlemizdir, Ankara olunca Ankara, İstanbul olunca İstanbul, Batman olunca da Batman yaşayanların tamamı AK Parti’nin hedef kitlesidir. Yani milletin değerleriyle, ortak akılla bu süreçleri yürütüyoruz.
Nitekim bu son 31. İstişare ve Danışma Toplantımız Kızılcahamam’da Haziran ayının başında gerçekleştirdik, o toplantının mottosu da Türkiye’nin ortak aklı şeklindeydi. Dolayısıyla biz merkezde olan bir partiyiz. Ama merkezde tanımlanan partiler genelde kimlikleri zayıf olan partiler olarak algılanır, biz tam tersine, hem merkezdeyiz, hem de kimliği olan bir partiyiz. Bizim kimliğimiz var, muhafazakar ve demokrat bir partiyiz. İşte muhafazakarlığımız geçmişimizi, kültürel mirasımızı, inanç değerlerimizi, aile ilişkilerimizi ve birbirimizle olan ilişkilerimizi önemseyen bir partiyiz. Demokraside çoğulculuğu, katılımcılığı ve hak ve özgürlükleri önemseyen bir rejimin ismidir. Bu ikisi arasında sinerji oluşturmaya çalışan bir kimliğe sahibiz, yani bizim muhafazakarlığımız statik değil dinamiktir, demokrasiye bakışımız da dinamiktir. Biz doğruyu, iyiyi nerede bulursak onu alır sahiplenir bu ülkeye kazandırmaya çalışırız. Böyle bir duruşumuz ve böylesi bir siyasi tarzımız var, yürüyüşümüzü böyle sürdürüyoruz.
Bir süredir AK Parti’de değişim konuşuluyor, özellikle 31 Mart yerel seçimleri sonrası ortaya çıkan tablonun ardından. Kamuoyunu değişik kesimlerinden bu beklentiyi biz de görmeye başladı. Sayın Cumhurbaşkanı da AK Parti’de değişimin devam ettiğini ifade eden çokça beyanda bulundu. Bununla birlikte değişimin biraz ağırdan işlediğine dair de eleştiriler var hem içeriden, hem dışarıdan.
Bir süredir AK Parti’de değişim konuşuluyor özellikle 31 Mart yerel seçimleri sonrası ortaya çıkan tablonun ardından kamuoyunun değişik kesimlerinden bu beklentiyi biz de görmeye başladık. Sayın Cumhurbaşkanı da AK Parti’de değişimin devam ettiğini ifade eden çokça beyanda bulundu. Bununla birlikte değişimin biraz ağırdan işlediğine dair de eleştiriler var hem içeriden hem dışarıdan. Nedir AK Parti’nin değişim öyküsü?
AK Parti demin de belki şimdiyle alakalı söylediğim sözü burada kullanacağım, dinamik bir partiyiz biz. Bakın Türkiye’de hem dikey anlamda hem yatay anlamda teşkilatçılık bakımından en büyük teşkilata sahip bir siyasi partiyiz. Hatta bunu dünya ölçeğinde de dikkate aldığınızda sayılı partiler arasında yer alır diye düşünüyorum. Dolayısıyla, 11 milyonu aşkın üyeye sahip bir AK Parti elbette ki süreçlerde kadrolarını değiştirecek, yenileyecek, takviye edecek, yani pozisyonlar geçicidir. Ben görev yaptığım bütün süreçlerde hep söylediğim şöyle bir şey var: AK Partiyle süreçli bağ ve ilişkiyi sağlayan tek bir statü vardı, o da üyelik hukukudur. Bunun dışındaki bütün pozisyonlar milletvekilliği, genel başkan yardımcılığı, MKYK üyeliği, bakanlık vesaire, belediye başkanlığı, il başkanlığı, kadın kolu, gençlik kolu her neyse bu pozisyonlar geçicidir. Bunlar sona erince AK Partiyle ilişkinizi üyelik hukukuyla sürdürürsünüz dolayısıyla, üyelik hukukuna son derece önem veriyoruz. Bu anlamda seçimlerden beklentilerimizi karşılamayacak sonuçlarla karşılaştığımızda elbette ki bunu masaya yatırmak, bir analizini, bunun nedenlerini ortaya koymak siyasetin gereğidir. En azından AK Parti siyasetinin pratiğinin gereğidir. Dolayısıyla, biz bu değerlendirmeleri her platformda yapıyoruz, yapmaya devam ediyor. Bunlar tamamen birden yapılıp bitirilecek işler değil.
Kongrede mi bir kapsam değişecek peki?
Bir kısmı kongrede yapılır, bir kısmı şimdi yapılıyor bu değişim-dönüşüm devam ediyor yani seçimlerde adaylık dolayısıyla boşalmış yerler var oralar takviye ediliyor, dolduruluyor. Doldurulmuş ama yeterli performansı göstermemiş kişiler var bunların değişim-dönüşümü gerçekleşiyor, ama bunların hem değişimi yani kurumsal değişimleri elbette ki kongrelerde gerçekleşecek. Ama her şeyi kongre ötelemiş, bekleyen hiçbir şey yapmayan bir parti konumunda değiliz, yani teşkilatlar önemlidir.
Yerel seçim muhasebesini kendi içinizde tamamladınız mı?
Devam ediyor bu.
Halen ediyor mu?
Bunun sebeplerini biliyoruz bu devam ediyor, yani bunun sebepleri elbette bizden kaynaklanan sebepler var. Biz hep şuna inandık: Millet yanlış yapmaz, her seçimde millet doğru yapar, bunu anketlerle de ölçemezsiniz siz bazen. Millet çünkü sandığa giderken muhasebe yapar, yani kim yapacak, kim edecek, kim üretecek, kimin vizyonu var, kimin müktesebatı var, kimin referansı var, hangisi doğru, hangisi yararlı bunları ölçer-biçer gelir ortaya koyar. Ya da ikaz verecekse bir başka davranış sergilemek suretiyle ikaz verir. İşte 31 Mart seçimleri bize verilmiş bir ikaz öyle algılıyoruz, öyle değerlendiriyoruz.
Millet seçmen size bir ikaz yaptı.
Millet bizi uyardı uyardı belli noktalarda eksikler var.
Bu ikaza aldınız.
Biz bu ikazı zaten çok değerli Genel Başkanımızın Cumhurbaşkanımız bunu defalarca ifade ettiler, hepimizin de kanaati bu yönde, bu ikazı aldık bunun farkındayız inşallah bunu telafi edici, giderici. Bunun sebepleri bizden kaynaklananları bizim kendi yapısal özelliğimiz içerisinde iç hukuk düzenlemelerini gerçekleştirmek suretiyle iç pratiğimizde bunu gidermeye çalışıyoruz. Dış sebepleri de elbette ki yine siyasetimizin dış yansımaları kapsamında ele alıp değerlendiriyoruz. Bunu görmezden gelmemiz mümkün değil, bunu görmezden gelen bir siyaset de ölmüş demektir. Biz çok dinamik bir partiyiz.
Sizin değişim iddianızla tezat bir durum oluşturuyor.
Evet.
Anketlere kısmen değindiniz ama son dönem de birçok kamuoyuna anket yansıyor, özellikle 31 Mart yerel seçimleri sonrası ortaya çıkan tablonun devam ettiği, AK Parti’nin ikinci parti konumunda bulunduğuna dair bazı anketler kamuoyuna yansıdı. Sizde bir veri var mı, böyle mi gerçekten tablo, yoksa AK Parti’de bir toparlanma süreci başladı mı?
Yerel seçim sonuçlarını sayısal olarak ele aldığınızda elbette ki söylediğiniz şey evet doğrudur denebilir, ama Türkiye’nin yönetim sorumluluğunu üstlenme kriteri itibariyle siyasal sonuçları bir bütün olarak ele aldığınızda AK Parti Türkiye’yi yöneten bir partidir. Yani Cumhur İttifakının da destek ve katkısıyla Türkiye’nin yönetim sorumluluğunu üstlenmiş, Türkiye’nin iç-dış güvenliğinden, yargısal faaliyetlerinden, ekonomik faaliyetlerinden sorumlu ve bu alanda da gece-gündüz çalışan, proje üreten bir partiyiz. Biz Türkiye’nin her tarafında temsilini sağlamış ve kendimizi de Türkiye partisi olarak niteliyoruz. Bunu derken kapsayıcılık itibariyle, demin hani durduğumuz yeri ifade ederken Türkiye’ye bir bütün olarak bakıyoruz söyleminin bir sonucu olarak ifade ediyorum. Kapsayıcı siyaset tarzımız itibariyle Türkiye’nin partisi konumundayız. Anketlerde de sapmalar olabilir az önce de bir konuyu cevaplandırmaya çalışırken vatandaşın sandığa gitmesiyle, sandığa gitmeksizin, sandık ortada gözükmeden partilere ilişkin biçeceği değer, söylem de çok farklı olabilir, yanıltıcı da olabilir.
Siz de sandığa kadar vatandaşı ikna edecek adımları atacağız diyorsunuz.
Evet bizim işimiz milletin derdine derman olmak, sorunlarını öncelikleri belirlemek suretiyle çözüme kavuşturmak. Bugün hayat pahalılığı en önemli sorun, dar gelirli yurttaşlarımızın ekonomik sıkıntıları en önemli sorun, bu da Kabinenin, Hükümetin gündeminde, partimizin gündeminde enflasyonu indirmek en temel hedefimiz. İnşallah bunları gerçekleştirmek suretiyle bu alandaki sıkıntıları da rahatlığa kavuşturmanın gayret ve çabası içerisindeyiz. Yani anketlere bu perspektifle bakıyoruz.
Birde erken seçim meselesi var muhalefet zaman zaman erken seçime dair talebini net doğrudan olmasa da dile getiriyor. Sizin bir erken seçim öngörünüz var mı?
Ya siyasette Türkiye’deki siyasette böyle ağraz olmuş bazı şeyler var sapmalar ya da alışkanlıklar var. Hiçbir şey üretemeyenler bir şey söylemek istedikleri zaman hiç olmayacak şeyi öne çıkartırlar, seçim de bunlardan bir tanesidir. Yani ben isterim, arzu ederim ki Türkiye’de, Türkiye gibi büyük önemli bir ülkede tarihi geçmişiyle, bugünüyle, bugün dünyadaki etkin konumu itibariyle, yani sözü dinlerin, yaptığı her iş takip edilir bir Türkiye’de elbette ki iktidara alternatif, donanımlı, vizyoner muhalefet de olması lazım. Ama dönüp baktığınız zaman gerçekten Türkiye’nin sorunlarına çözüm getirecek somut olarak sorun alanlarına ilişkin ürettiği ortaya koyduğu çözümleri biz şunu şöyle yapacağız diyecekleri elle tutulur, gözle görülür proje ürettikleri söylenebilir mi? Yani mümkün değil öyle bir şey mümkün değil. Yani varsa yoksa seçim seçim seçim. Seçime daha dört yıl var, inşallah zamanı gelince elbette ki seçim yapılacaktır.
Türkiye’nin gündeminde böyle bir şey yok, yani böyle bir projeleri olsa da biz şunu yapacağız, edeceğiz o görünür olsa dersin ki adamlar ya biraz haklı falan, böyle bir haklılık durum yok söylemden ibaret sözcükler diye görüyoruz.
Bir yandan da normalleşme süreci var, Sayın Cumhurbaşkanıyla, CHP lider Özgür Özel’in görüşmeleri oldu, sonrasında hem iyi niyetli yapıcı pozitif mesajlar geldi hem de zaman zaman muhalefetten çeşitli kademelerde eleştiriler dile getirildi, bir yol kazası da yaşandı bu süreçte. Sizce normalleşme süreci halen devam ediyor mu, etmeli mi? Normalleşme sürecinin Türk siyasetine katkısı ne olur?
Yani normalleşme kavramı diye Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanı kullandı ben çok fazla önemsemiyorum normalleşmeyi bir anormallik olması lazım ki normalleşme diyelim. Bu konuda Cumhurbaşkanımız Genel Başkanımızın kullandığı sözcük yumuşama, yumuşama daha doğru, daha rasyonel diye biliyorum, çünkü siyaset gerçekten çok sert icra ediliyor oldu. Yani siyasi partiler siyaseti değerler üzerinden değil, projeler üzerinden, siyasi rekabeti projeler üzerinden yürütmeleri gerekir. Onun için bu ülkenin değerleri işte devleti, bayrağı, vatanı hepimizindir, geçmiş hepimizindir, geçmiş bu ülkeye hizmet etmiş büyükler hepimizin büyüğüdür, hepimizin geçmişidir. Dolayısıyla, geçmiş değerler üzerinden veya da değer olarak ifade ettiğimiz alanlar üzerinden siyasi rekabetin yapılması Türkiye’ye hiçbir şey kazandırmaz. Rekabet somut projeler üzerinden olması, yürütülmesi lazım. Ve elbette ki değerler üzerinden siz siyaset yapmadığınız zaman siyasette yumuşar, dil yumuşar. Belki geçmişi unuttuğunuz için bugüne bakıyoruz, bugün yapıyoruz. Geçmişte çok kırıcı, çok nazik toplantılar yapılmıştı … onu görüyoruz, ama çok kırıcı böyle vurucu, öteleyici, kesip atıcı siyaset tarzları olmuştu. İşte laik-anti laik, Atatürkçü-Atatürk düşmanı, ilerici-gerici, sağcı-solcu bunlar bu ülkede yaşanmış. Bugün de belki bir şey üretememekten kaynaklı muhalefetin çok keskin dil kullanması halinde durum seyredecek değilsiniz işte. Bir seyredersiniz, iki seyredersiniz, üçüncüde siz de buna … eder cevap verirsiniz. Cumhurbaşkanımızın, değerli Genel Başkanımızın yumuşama diyerek bu alandaki kötü gidişatın da … arzu ve isteği. Türkiye iç siyaseti açısından gerçekten kazanılması gerekli bir hedef olmalı bu başladı. Bu yumuşama alanı demek siyasi partilerin programlarından, tüzüklerinden, kendi siyasi anlayışlarından, siyaset yapma biçimlerinden sarfınazar etmeleri anlamına gelmez.
Esas olan Türkiye’nin ortak politik alanları bulmak o alanlarda birlikte yürümek. Nedir bu? İşte dış politik alanlarda işte Türkiye yurt dışında herhangi bir mülahazayla rasyonel değil de elbette gerekçesi var. İşte asker gönderme izni isterken burada neyle karşı çıkacaksınız, yani keyif olsun diye mi Hükümet bu öneriyi getiriyor? Buralarda birlikte yürümek lazım. Dolayısıyla, Türkiye’nin herhangi bir alanında diyelim ki işte tavan-taban fiyat konusunda söyleminiz var yeterli bulmuyorsanız bunu gelirsiniz anlatırsınız, bu konuda bilgi istersiniz. Bu iletişim içerisinde nezaketli bir biçimde bunların yürütülmesi gerekir. Yoksa herkes eleştiriden vazgeçsin, yani hukuk ölçüleri içerisinde yapılacak olan her türlü eleştiri, tenkit başımızın, gözümüzün üstünde. Ama hukukun içine sığmayan söylemlerle siyaset yapılmasına asla tahammül edemeyiz. Biz de gerektiği zaman işte benzer şekilde misliyle cevap veriyoruz. Bu alanlar Türkiye gündeminden kalsın arzu ve isteğimiz var. Daha çok diyalog içerisinde olalım, sorunların, ortak sorunların birlikte çözümüne katkı sağlayacak yürüyüşler gerçekleştirelim. Her siyasi parti kendi programına, tüzüğüne göre elbette ki bağımsız durumunu koruyup kollamak suretiyle.
Hukukçusunuz, partinin de Siyasi Hukuk İşler Başkanısınız. Bir meselemiz var ülke olarak yeni anayasa konusu bir türlü ilerleme kaydedemiyoruz. Sayın Meclis Başkanının yürüttüğü bir görüşme trafiği var, Türkiye Büyük Millet Meclisinin merkezde konumlanacağı bir çalışmanın Türkiye’nin kazanması noktasında iyi niyet beyanları var. Ve fakat bugüne kadar çeşitli girişimlere rağmen yeni anayasa konusunda Türkiye ilerleme kaydedemedi. 31 Mart yerel seçimleri sonrası ortaya çıkan politik tablo biraz bizleri umutlandırdı açıkçası. Sizce bu dönemde Meclis’in yaz tatiline girdiği bu süreçte Meclis açıldıktan sonra Türkiye yeni anayasa yapma konusunda bir ilerleme kaydedebilir mi?
Fevzi Bey teşekkür ediyorum bunu sorduğunuz için. Anayasa bir ülkenin hukuksal güvenliğini sağlayan kalkan mesafesinde hukuksal bir düzenlemedir kalkan hani şimdi kalkandan da çok söz ediliyor ya çelik kalkan, demir kalkan. Ülkede hukuksal güvenliği anayasayla sağlarsınız, böylece bir anayasayı yapma hakkı kimindir demokrasilerde? Milletin hakkıdır. Bu hak tekel bir haktır, yani millete ait, millet bunu başkasına devredemez. Ancak temsilcilerine yetki verir, temsilcileri aracılığıyla yapabilir, onun temsil edildiği yerde parlamentodur. Parlamento yapar, ama onay için kendisine dönüşünü bekler, yani referanduma gitmesini bekler. Bu perspektifle buna yanlış denemeyeceğine göre, bu perspektifle bakıldığı zaman Osmanlı dönemi dahil Türkiye’de hiçbir anayasayı millet yapamamış, Türk milleti anayasa yapma hakkını kullanamamış.
1921’de hani Kurtuluş Savaşı dönemi, 1924 Cumhuriyetin kuruluş süreçleri bunları bu sebeple. 1961 Anayasası darbeden sonra, 80 Anayasası darbeciler tarafından darbenin peşinden yapılmış, yani hep olağanüstü koşullarda veya darbelerden sonra yapılmış anayasa. Şu anda Türkiye’de yürürlükte bulunan 82 Anayasası darbeciler tarafından yapılmış bir anayasadır, yani oradaki düzenlemelerin detayına girmeye program müsait değil detaya girmeyeyim, yani kurumların işleyişi, mekanizmaları…
Egemenliği frenleyecek merkezde toplum ve siyasal mühendisliğe hizmet edecek alanlar oluşturulmuş bir anayasa. Bu anayasada 20’den fazla değişiklik yapılmıştır.
En büyük değişikliği de biz 2017 yılında Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi olarak nitelediğimiz bu yeni düzenlemeyle gerçekleştirdik. Bütün bunlara rağmen yapılan değişiklikler de birbirlerine olan uyumsuzluğu. Yapılan değişikliğin pratikte ortaya çıkan durumları giderici olma ihtiyaçları dolayısıyla Türkiye’de A’dan Z’ye yepyeni bir anayasaya ihtiyaç var. Bunu kiminle oturur böyle serinkanlı konuşursanız, siyasi mülahazayı bir yana bırakarak konuşursanız herkes bunu söylüyor, bunun doğru olduğunu ifade ediyor, böyle bir anayasa ihtiyacı var. Dolayısıyla biz kurulduğumuz günden bu yana Türkiye’nin millet tarafından bir anayasa yapılma ihtiyacının hep altını çizdik, sözcüğünü yaptık, bunu da yapmaya devam ediyoruz.
Umudumuzu diri tutalım mı, Türkiye yeni bir anayasaya kavuşacak mı?
Doğru olan bir şey eninde sonunda gerçekleşir, buna inanıyoruz yani. Doğru olan bu, doğru bir bakıştır, doğru bir yaklaşımdır, buna taraftar olanlar var, olmayanlar var, ama iyi anlatabilirsek, işte Türkiye’nin ortak sorunu demin bahsettim, yumuşama vesilesiyle siyasi partiler arasındaki ilişkilerin gelişimi dikkate alınmak suretiyle bu ortak ele alınacak konulardan bir tanesidir, bunu ele almalı, bu anayasayı gerçekleştirmeliyiz. Bizim sayısal yeterliliğimiz yok anayasa değiştirmek için, ama A’dan Z’ye yapılacak bir anayasanın da mutlaka referandum sürecinden geçmesi gerekir, yani anayasa yapma hakkı, sahibi olan milletin onayından…
Yani Meclis’te bir metin ortaya çıkarsa bile siyasi partiler, referanduma gidilmeli mi diyorsunuz?
Kesinlikle, A’dan Z’ye bir anayasa çünkü. Bir bölüm değiştirseniz gitmeyebilirsiniz, ama A’dan Z’ye bir anayasa yapıyorsanız anayasa hakkına sahip olan milletin onayına sunulması gerekir. Bunu gerçekleştirelim diyoruz, bu anlamda biz çalışmalarımızı
Partilerle bir uzlaşıda çok esnek olacağız noktasında mısınız? Yani muhalefetle anayasa yapım sürecinde birlikte çalışmaya hazırız diyor musunuz?
Hiç yaklaşımlarını göremiyoruz ki. Yaklaşımları biz parti olarak henüz öyle bir çalışmaya, bir yoklamaya girmiş değiliz, ama Meclis Başkanımız Meclis’te grubu bulunan siyasi partilerle, hatta temsilcisi olan partilerle bu görüşmeleri yaptı. Bilmiyorum bu Meclis tatile girmeden önce toplumda, Meclis dışında STK’larla, meslek odalarıyla da görüşmeler yapacağından söz ediyordu, böyle bir haber izledim, Meclis Başkanıyla görüşme imkanımız olmadı, ama biz bu çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Sizin tam da o noktada -son sorum olsun- dün AK Parti’de MYK toplantısı vardı, bu MYK toplantısında bir sunum yaptığınız bilgisi bize ulaştı anayasa konusunda, bir çalıştay da herhalde planlıyoruz. Nedir bu çalıştayın kapsamı, ne zaman, takvim belli oldu mu, amaç nedir?
Şimdi geldi, şimdi çalıştay yapılıyor denmesin, bizim çalışmalarımız var, devam ediyor. Daha önce Profesör Yavuz Atay Başkanlığında bilim adamlarıyla birlikte bir taslak Cumhurbaşkanımızın talimatıyla hazırlatılmıştı, sonra Cumhurbaşkanımızın Başkanlığında bu taslağı baştan sonra aşağı yukarı 3 toplantıda müzakere ettik, görüş ve eleştiriler orada derç edildi, o notlar alındı, ona göre revizyonlar yapıldı, o bir yerde duruyor ve kamuoyuyla biz paylaşmıyoruz, çünkü birlikte yapalım diye…
Bir metin var, o metni paylaşmadınız, ama birlikte yapalım dediğiniz için metin dayatmak da doğru değil.
İnşallah Meclis açıldığında birkaç tane çalıştay yapacağız, bu çalıştayda…
AK Parti olarak sizin uhdenizde, koordinasyonunuzda yürüyecek bir çalıştay.
Siyasi Hukuk İşler Başkanlığı bunun planlamasını yaptı ve çalışmaları devam ediyor, belki 2-3 tane çalıştay olabilir, bu çalıştayı yuvarlak masa şeklinde yapacağız. Masada 20-25 kişilik akademisyenler, ki bu akademisyenler hukukçular, siyaset bilimcileri ve sosyologlar ve elbette ki ekonomistlerden de olacak mutlaka, 20-25 kişilik gruplar halinde çalıştaylar yapacağız, bunların çıktılarını alıp partimizin yetkili organlarına sunacağız, bir taraftan da bunu yürüteceğiz, böyle bir çalışma planladık. Bununla ilgili bilgilendirme sunumunu yaptım, bunlara devam edeceğiz.
Bir tarih var mı, ne zaman başlıyorsunuz?
Meclis açılınca Ekim ayı içerisinde yapacağız.
Ekim ayı içerisinde bir anayasa çalıştayı yapacak AK Parti.
Anayasa çalıştayı yapacağız, yuvarlak masa çalıştayı.