Habertürk
Yerel Haber Hattı 0536 266 79 69
KONUŞMAYI BAŞLAT
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

Show TV’nin sevilen dizisi Bahar’daki performansıyla adından söz ettiren Demet Evgar’ın tiyatro sahnesine çıkan ilk Müslüman kadın ve tiyatro oyuncusu olan Afife Jale’yi canlandırdığı “Afife” geçtiğimiz ay itibariyle Zorlu PSM’de sahnelenmeye başladı.

Geçen günlerde izleme fırsatını yakaladığım oyun, insanoğlunun büyülü bir anın içinde sonsuza kadar kalma arzusunun teatral bir ifadesi gibi. Sahnede olmayı bütün mevcudiyetiyle arzulayan Afife, sonunda kadınların göz önünde olmasını engelleyen yasağı delip sahneye çıktığında o anı hatırlayamaz ve bu yüzden “o an sanatın ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içindeydim.” der.

Neden bahsettiğimi tam olarak anlamayanlar için oyundan küçük bir fragman: Afife’nin sahneye çıktığı o ilk anın, müzik ve ışıkla birleşerek yarattığı büyülü atmosfer, bu sahnenin sanatsal ve duygusal etkisini katlayarak sadece Afife’de değil seyircide de tiyatral bir şok yaratıyor. “Afife”, pek çok anlamda benzersiz bir tiyatro deneyimi sunuyor.

Bu noktada Afife Jale’nin tiyatro tarihinde sebep olduğu devrimin arka planını dolduran olaylara dönmeliyim. Afife’de geçen olaylar I. Dünya Savaşı sonrasında işgal İstanbul’unda bir kumpanyanın içinde cereyan ediyor. Bu tiyatro kumpanyası, savaşla birlikte hızla dönüşen iktidar ilişkilerine, eril tahakkümle sınanan kadınların dünyasına ve İstanbul’daki Ermeni-Rum nüfusun gündeliğine açılan bir mikro kozmos aynı zamanda. Bu dünyanın merkezinde tiyatro geleneğinde bir devrim yaparak tarihin olağan akışını etkileyen bir isim var: Afife Jale.

Bu noktada oyunun arka planını dolduran olaylara dönmeliyim. Afife’nin tiyatro sahnesine çıkma hayali aslında merkezi yönetimin işgal İstanbul’unda gösterdiği kısacık bir zafiyet anında gerçekleşir. Afife önce stajyer oyuncu (mülazım artistlik) kadrosuna girdiği Darülbedayi’de beklediği fırsatı kumpanyanın oyuncusu Eliza Benemenciyan, yurt dışına gittiğinde yakalar ve oyundaki Emel rolüne seçilir. "Jale" takma adıyla 1920’de 18 yaşında Kadıköy’deki Apollon Tiyatrosu'nda sahneye çıkar. Afife Jale'nin sahneye çıktığı gece tiyatroya gelen polis, tiyatro yöneticilerine Müslüman oyuncu oynatmamaları konusunda uyarıda bulunurlar fakat sanatına tutkuyla bağlı olan Afife Jale bu uyarıya rağmen oyunculuğu sürdürür. Aynı tiyatronun oyuncularından Kınar Hanım (Sıvacıyan), polisin tutuklamak istediği Afife Jale'nin kaçmasına yardım eder ve bir polis baskınından daha yakalanmadan kaçar. Fakat Afife’nin sahneye çıkmakta ısrar etmesi üzerine 1921’de İçişleri Bakanlığı tarafından Müslüman kadınların sahneye çıkmaları kanunen yasaklanır. Bunun üzerine Afife uğruna ailesini feda ettiği Darülbedayi kadrosundan çıkarılır.

İlk yarısında Afife Jale’nin polisle köşe kapmaca oynadığı bir vodvili andıran sahne macerasını yansıtan oyun, ikinci yarısında tiyatro için verdiği mücadeleden yorgun düşmüş, ruhsal ve bedensel olarak örselenmiş bir kadın portresine odaklanır. Afife ödediği bedelin farkındadır. Oyunda gözlerimi dolduran şu sözleri böyle okunabilir: “Kayıp bakiyeden fazla tartıyor. Eksilen ben oluyorum.”
Oyunda Selahattin Pınar, Molvolio, Kınar Hanım, Eliza Hanım gibi sahnede yer alan kişiler hatta olayların çoğu dönemsel olarak gerçek, ama bu olayların anlatımı tamamen kurmaca. Fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta, Afife Jale’nin yaşamöyküsünün bize toplumsal bir panorama çizmesi. Bu panorama Osmanlı'nın son döneminde kadınların tiyatroya katılımının bu süreçte kumpanyadaki azınlık mensubu olan (Rum ve Ermeni) kadınlarla birlikte ve onlara rağmen gerçekleştiğini gösteriyor. Afife’ye sınırsız destek veren Kınar Hanım gibi onun gelişinden rahatsız olan ve tiyatrodaki imtiyazlarını kaybedecekleri korkusuyla Afife’yi protesto edenler Ermeni/Rum kadın oyuncuları da görüyoruz. Bu da biyografik hikayeyle bağlantılı olarak Afife’nin sadece kendi mahallesinde değil aynı zamanda o döneme kadar azınlık nüfusa ait olmuş yeni mahallesinde de hemen kabul görmediğini, zorlandığını gösteriyor.

Bu noktada Afife’nin iç ve dış dünyasında cereyan eden kavgayı, dönüşümleri birbirine ustaca bağlayan oyunun kurgusu bütün övgüleri hak ediyor bence. Çünkü bu çift odaklı perspektif sayesinde Afife’nin hem sahnede kendine bir yer açmaya çalışan mücadeleci yanını hem de tarihsel çerçeve içinde koşulların yarattığı kadın profilinden ne derece etkilendiğini görebiliyoruz. Onun tabuları yıkıp sahneye çıkışı da sadece kişisel bir zafer değil, aynı zamanda bir toplumun modernleşme çabasının ve sanatla olan ilişkisini dönüştürme arzusunun temsili oluyor böylece. Bu aslında anlatısal bir tercih, çünkü Afife Jale’nin hikayesini bir kurban anlatısı olarak değil aksine toplumsal değişimi harekete geçiren güçlü bir kadının direnişi şeklinde sunuyor. Öte yandan Afife’nin hikayesini dramatize etmek de bir tercih ama oyunun beğenilmek için tüm tuşlara basmadığı anlaşılıyor. Peki öyleyse oyunun bu kadar beğenilmesinin nedeni ne olabilir?

Bu noktada klişeleşmiş bir gerçeği hatırlatarak başlayalım: Afife oyunun başarısının arkasında reji, senarist ve oyunculardan oluşan kalabalık bir ekip var. Henüz Afife’yi görmeden “Monologlar Müzesi: Aşk (Taku)” “Bir Hücre Mahkûmunun Son Dünü” gibi oyunlardan kaleminin büyüsünü bildiğim Selin Cankı Ceylan ve Martı, On İkinci Gece, Alice gibi oyunlarında denenmemişin imkânlarını araştıran, zaman zaman cüretkâr rejisiyle Serdar Biliş’in vaat ettiklerinin Demet Evgar’ın oyunculuğuyla birleşeceğini öğrenmek heyecan vericiydi. Ama söz konusu kurgusal bir karakter değil tarihsel bir figür ve sembol bir isim olduğu için sonuç beklenmedik de olabilirdi. Çünkü böyle bir ismi tiyatrallaştırmanın çeşitli yolları ve zorlukları var. Bu zorluklardan ilki, yerleşikleşmiş, yaygınlaşmış ve aynı derecede hatalı olan trajik Afife Jale temsilinin aşılmasıysa, ikincisi de onun dramatik yaşamını oyunlaştırırken varoluşunu, gerçekliğini en az yitirecek şekilde yansıtmanın beraberinde getirdiği teknik bir zorluk. Tüm indirgemeler içinde en hantalıysa Afife Jale’nin aşırı trajik sonla biten hayatına vurgu yapmak ya da yalnızca geleneksel bir toplumda bedeli ödenmiş bir hayat ve kadınlık gibi birtakım izlekler üzerinden ona ulaşmaya çalışmak. Oysa onun hayat öyküsünü “anlamak” her şeyden önce dönemin sosyal yapısını ve kadınların sanat alanında yaşadığı baskıları anlamak ve gerçeklik yerine hayallerini tercih ettiği için adı deliye çıkmış Afife’nin durduğu yeri bu bağlamda sorunsallaştırmakla mümkün. Tıpkı oyunun bize aktardığı gibi.

Bu anlamda oyunun isabetle vurduğu hedef, Afife’nin hayatının dramatik yönünün güçlü yönünü gölgelemesine izin vermemesi oldu bence. Üstelik kendisinin emsal olduğu sahne yasağını takma isimle delip sahne çıktığı sırada korkudan ödünün patladığını saklamadan, kırılganlıklarını gizlemeye gerek duymadan başardı bunu. Tıpkı Afife sahnedeyken polis bastığında onun gözlerinin içine baka baka oyununa devam ettiği ama oyun biter bitmez yakalanmamak için giysi dolabına saklanıp korkudan titrediği sahnedeki gibi. Saplantılı şekilde kendisini izleyen komiserin “avrat” fantezisinden kaçamayıp tecavüze uğradığında Afife’nin tüm korkularının gerçekleştiğini gördük. Tiyatro hevesi yüzünden Afife’ye “namuslu” anlamına gelen ismini hatırlatarak onu azarlayanların ima ettikleri namussuzluk gibi.

“Bazen kendimi oltanın ucundaki balık gibi hissediyorum. Ama kanca olup boğazlarına takılacağım” diyen Afife’nin oyunda büründüğü Cesario örneğindeki gibi eril rolleri de bu anlamda oldukça manidar. Çünkü erkek personası sadece Afife’nin kimliğini sahnede saklamak için değil eril tahakkümün norm haline getirdiği performatif erkeklik rolüyle oynamak ve bunun altını oymak için de müthiş bir araç oldu. Aynı şekilde Tilbe Saran’ın canlandırdığı Kraliçe Hamlet rolü bu kez tiyatronun cinsiyetçi normlarına yöneldi ve bunların gerekliliğini sorguladı. Afife’nin sahnedeki mücadelesinin hem kişisel hem de toplumsal cinsiyetçi boyutlarını vurgulayan bu taktik, eril tahakkümü tanımak ve bunun namlusunda yaşayan dönem kadının özgürlük açmazını anlamak bakımından önemliydi.

Afife'nin özgürlük açmazını ve özlemini, Demet Evgar'ın sahnedeki etkileyici varlığı sayesinde derinden hissettik. Evgar’ın karakteri aktarırken öylesine muhteşem performansı vardı ki, izleyiciyi güçlü bir şekilde Afife’nin dünyasına çekti ve oraya kilitledi. Onun doruğa ulaşan performansı Afife’nin yaşadıklarını tek bir noktada odakladı: Kadının tiyatro sahnesine çıkışı. Evgar, karakteri fazlaca dramatikleştirmeden, Afife’nin gücünü, kırılganlıklarını ve devrimci ruhunu aktarırken, iç çatışmalarını ve özgürlük özlemini de sahneye ustalıkla taşımayı başardı.

Oyunun en güçlü yönlerinden bir diğeri de şüphesiz Serdar Biliş’in bu oyunu sinematografik ve teatral öğeleri harmanlayarak, minimalist bir dekor ve hareketli sahne yapısıyla aktarmayı seçmesi idi. Afife Jale'nin tarihsel ve toplumsal bağlamda devrimci bir figür olarak sahnede yer alması, sahnelemenin biçimini de değiştirmiş görünüyor. Afife’nin mücadeleci ruhu, sahnenin yapısıyla bütünleşmiş; yuvarlak sahne ve kayar platformlar hem zamanın döngüselliğinin hem de Afife’nin zihinsel yolculuğunun temsili kılınmış. Bu teatral araçlar, Afife’nin sahnede var olma mücadelesini fiziksel ve metaforik olarak sahneye taşıdı. Böylece Afife’yi yakından izleyen başka bir göz gibi hareket eden steadicam’la büyük ekrandan izlediğimiz sahnelerde, Afife'nin yaşam evrelerini gerçeklik ve rüya arası geçişlerle aktarırken karakterin iç dünyasının dış dünyaya paralel olarak sahnede somutlaştığını hissedebildik. Bu sahneleme tekniğinde sahne görselinin müzikle uyumundan; insan psikolojisinin derinlikli tahlillerine, Necmi Memilli, Tilbe Saran gibi oyuncuların güçlü karakter aktarımlarından farklı artikülasyonlara kadar teatral unsuru sinematografik olarak güçlü bir oyun izledik.

Bu güçlü yönleriyle Afife, bir dönem dramı olmanın ötesinde, direniş, kimlik ve sanatın dönüştürücü gücünü konu alan unutulmaz bir tiyatro yapıtı. Sadece tarihsel bir figürü sinematografik ve teatral açıdan güçlü bir anlatımla yeniden hayata getirdiği için değil, Afife Jale’nin yaşamöyküsünü gerçek ve kurmaca arasında özsel bir noktaya odaklamayı başardığı için de. Bu başarıda büyük pay sahibi olan Evgar’ın oyunun kapanışında “Afife’nin hayaleti unutmayın beni” demesi hiç de yersiz sayılmaz, belli ki uzun süre akıllardan çıkmayacak.

Not: Seyirciyi oyun da oldukça görkemli sürpriz bekliyor. Oyunun ilk yarısında dönemin Maxim sahnesinin büyüleyici atmosferine ışınlanıyoruz. Tek söyleyebileceğim bugüne dönmek istemeyeceğiniz…

ÖNERİLEN VİDEO